Camdaki Kız:
- Nihan Iscan
- Aug 10, 2023
- 5 min read
Yazan: Gülseren Budayıcıoğlu
Sayfa Sayısı: 350
İlk Baskı: Mart 2019
"Acının değil, yaşamanın, mutluluğun, huzurun tiryakisi olmaya çalışıyorum." (sf. 349)

Camdaki Kız, Madalyon'da piskiyatrik tedavi gören hastaların hikayelerinden oluşmakta olup, terapist olan yazar Gülseren Budayıcıoğlu'nun perspektifinden yazılmıştır. Budayıcıoğlu gerçek hayatta da bir piskiyatristtir, ve romanlaştırdıgı bu hikayeler gerçek hayattan alınmadır. Camdaki Kız kitabı birden fazla hastanın hikayesini içinde barındırsada, kitabın büyük çoğunluğu Nalan adlı bir kadının yaşadıkları üzerine yazılmıştır.
Kitaptaki hikayelerin sıkça kesiştiği iki konu, "kader motifi" ve "hayatta kalma sendromu", belki de kitaptan alinabilecek en esaslu konseptlerdir. Benimde yüksek ilgi duyduğum bu kavramlar, her insanin hayatında, kendini ve çevresini anlaması babında önemlilerdir.
Kader Motifi
"Acıya alışkın, acıyla mest olan, ruhlarını onunla doyuran gençler yani." (sf. 288)
Biz, kendi seçtiğimiz değil, bize sunulan bir dünyada açarız gözlerimizi. İçine doğduğumuz aile, etrafımızdaki insanlar, yaşadığımız bölge, o yerin kültürü gibi bizim dışımızda gelişen ve hayatımızı belirleyen etkenler bizi dikte ederler. Bu etkenler bize bir yol açar, ve kendimiz olmaya başladığımızdan itibaren, etkenlerin bizi etkilediği gibi bizde etkenleri etkileriz. Seçme hakkımızın olduğunun farkında olmak, bize etkenlerin bize sunduğundan farklı bir yol çizebileceğimizi anlamak, kader motifinin tersine haraket etmektir.
Kitaptaki kader motifi, kaderin bize çizmiş olduğu yol manasında kullanılır. Yazar genelde bizim hayatı değil, hayatın bizi takip ettiğini söyler. Bir diğer deyişle, senin yoluna çıkan insan ve olaylalra seçimlerin sonucu karşılaşıyorsun, kaderinin onları ayağına getirmesiyle değil.
Kendi fikrimce, kader motifini yalanlamak ta, tamamiyle bu motif üzerine hayatını kurmakta insan için zararlıdır. Kader motifi, bir bakıma, bizim bizim dışımızda gelişen olayların var olduğuna ve bizi bir yola çektiklerine inanmaktır. Zannediyorum ki benim olduğum gibi her insan, hemen her gün, kendi kontrolünde olmayan, kendi seçimi üzerine gelişmemiş olaylarla karşılaşıyor. Biz havayı kontrol edemiyoruz, diğer insanları kontrol edemiyoruz, kazalar ve hastalıkları, ölümleri durduramiyoruz. Biz, kader motifinin tam zıttına yaşayamıyoruz, çünkü bu mümkün değil.
Bir diğer yandan, tümüyle kader motifine dayanıp, kendi terchilerinin olduğunu ve bu tercihlerin geleceğini etkilediğinin farkında olmaksızın yaşamak, kader motifinin tam zıttına gitmek kadar zararlıdır. Seçimlerimizin olmadığını düşünmek, yada yaptıklarımızın bir sonuç doğurmayacagını düşünerek yaşamak, ve her gelen sorun yada bariyeri günah keçisiymişçesine kadere itaf etmek, kendi varlığımızı hiçleştirir. Eğer benim seçimlerim zaten seçilmiş ise, ve ben yalnızca karşıma çıkanı takip ediyor ve kendi plan, hayal, ve hedeflerimi göz ardı ediyorsam, ben ne kadar yaşıyorumki? Bu mentalite çoğu zaman insanların kendi yaptıkları yanlış seçimlere bir bahane bulmasına itiyor. Kitaptaki Hayri'nin savunması gibi, çocukken şiddet görmüş biri, kendi çocuğu olduğu zaman aynı hareketi sergiliyor, ve bunu kaderimin beni getirdiği yol diye yorumluyor. Bunu yapması belkide hissetiği suçluluk duygusunu azaltıyor, ve kendini seçim yapan biri değil, başkalarının ve hayatın kötülüğüne uğramış bir kurban, şiddetten başka bir yolu olmayan bir kader yolcusu olarak görüyor.
Zannımca sağlıklı bir hayat felsefesi, kaderin üzerimizdeki etkisini de, bizim kaderin üzerindeki etkimizide görmekten, ve gerektiği zamanda olayların sorumluğunu üstlenip, gerektiğinde de dış etkenleri fark edebilmekten geçiyor.
Kitapta kader motifini yanlış anlayan insanların hikayalerinden bahsediyor. Benim ilgimi çeken Zeynep adında bir kızın hikayesi. Aşağıda da bahsedeceğim Zeynep, fakir bir aileden gelen, sonrasında annesinin hizmetçilik yaptığı yerdeki ev sahibi tarafından evlatlık edilen, ardından hukuk fakültesi bitiren bir kadın. Zeynep üniversitesini bitirdikten sonra, öz ailesinin baskısıyla bilmediği bir adamla evleniyor. Bunu istemeden yapmış, ve sayfa 223 de bu evliliği açıklarken onun yalnızca kaderini yaşayacağını, Mehdi''yi kaderinin karşısına çıkardığını anlatıyor. Yani evlilik gibi büyük bir tercihi bile, sanki önüne çıktığı için, kaderinin ayağına getirdiği için onayladığını, terchisiz olduğunu savunuyor.
Hayatta Kalma Sendromu
"Hayatımıza yön veren suçluluk duyguları bunlar. Annesine kiyamamanin anlamı tam da bu. Kendisi luk içinde yaşarken annesinin sefalit içinde geçen hayatından kednini sorumlu tutumus. Vicdani sızlamış." (sf. 221)
Hayatta kalma sendromu, yada sağ kalma suçluluğu, bir insanın trajik bir olaydan tek sağlıklı kurtulan kişi olması, ve kişinin olayı düzeltmek ve diğer insanların kurtulması için yapabileceği birşey olmamasına rağmen, kendini olayın suçlusu, sorumlusu gibi hissetmesdir. Kişi, hayatta kalma sendromunda kendininin kurtulan kişi olmaması gerektiğini, bunu hak etmediğini, kendisinin kurtulmaya layık olmadığını düşünür. Trajik olay, zulme, sosyal baskıya, işkenceye, kazaya, terör olaylarına maruz kalma olabilir. Misalen etnik yada dinsel soykırımdan sağ çıkan kişilerde bu hisse oldukça sık rastlanmaktadır.
Politik baskıdan kaçıp, ilticacı olarak sığındığım yeni ülkede, bende benzeri hislerden geçtim, ve bu hislerin nereden geldiğini ve onunla nasıl başa çıkılacağını acizane paylaşmak isterim. Birinci olarak, insan, kendinin bu durumdaki iktidarsızlığını anlamalı. Hayatta kalmak, ölmek yada yaşamak, işkence görmek yada görmemek, hapse atılmak yada atılmamak, bizim, ne yapmış olursak olalım, ne kadar istersek isteyelim, elimizde olan bir tercih değil. Bizim dışımda gelişen bu olayı, biz- Allah olmayan, tanrı olmayan, yaratıcı olmayan biz- yazamayiz, cizemeyiz, degistiremeyeiz. Biz onu ancak yaşarız, ve bizimle birlikte o olaya girmiş ve kurtulamamış olanlarda, bizden farksız, o olayı yalnızca yaşarlar. Biz İlah değiliz, herşey bizim elimizde değil, herşey bizim seçimlerimize ve davranışlarımıza göre şekillenmiyor. Kader motifinde de bahsettiğim gibi, bizim etki edemediğimiz olayların olduğunu kabullenmek büyük bir hurriyettir. Yani ben, kendi acziyetimi unutmuş şekilde, omuzlarima kaldıramayacağım yük yüklememeliyim.
İkinci olarak, kişi, trajediden sonra yaptığı, düşündüğü, hissettiği tüm güzel ve yararlı davranış ve fikirleri kendine göstermeli, kendinin iyi olduğuna, teşekkür ve tebrik hak ettiğine, kendisi ve diğer insanlar için güzeli umduğuna inanmalıdır. Eğer bunları yaptıktan sonra yetersizlik hissi taşıyorsa, bu güzellikleri her zaman arttırabileceğine, fakat bu zamana kadar yaptıklarının önemini vurgulayıp, yaptıklarıyla tatmin olma, kabullenme, ve onları içselleştirmeye çabalamalıdır. Yaparak öğrendiğim bu iki adımlı iyileştirme programı (ilk olarak sınırlarını bilme ve ikinci olarak güzelliğini görme) umarım okuyuca küçükte olsa bir artı kazandırmıştır.
Camdaki Kız kitabında bu sendromun zuhur ettiği bir çok yer vardır, ben iki tanesine dokunacağım. Birincisi, Nalan'ın annannesi vefat ettikten sonra duyduğu suçluluk duygusudur. Nalan, dedesi ve annanesi tarafından büyütülmüş, ve tramvatik bir çocukluk geçirmiştir. Gerçek annesi, tecavüze uğrayıp doğumda vefat ettiğinden, babasindanda haber alınamadığından, Nalan annannesi ve dediyle hayatını geçirmiştir. Kendisinin bu şekilde dünyaya geldiğini öğrenince kendinen tiksinmiş ve yıkılmış Nalan, annannesinin o gün intiharla öldüğünü duyunca terapistine kendini suçladığını şu ifadelerle anlatmıştı "Bana açıkça veda etti kadıncağız ama benin aptal kafam, anlamadım işte, hiç anlamadım." (sf. 237) Bu sözlerin Nalan'in sanki anannesinin ölümünü durdurabilirmiş yanılgısından geldiği aşikar. Fakat, başka birinin hayatına bizim müdahelemiz ancak sınırlıdır, heleki kendi hayatını yaşayan bir yetişkine.
İkinci örnek yine Zeynep'in hikayesinden; Zeynep küçük yaşta finansal zorluklarla yaşayan ailesini bırakıp, rahat edebileceği bir aileye evlatik alındığından, yıllarca bunun vicdan azabını çekiyor. Aslında kendi kararı olmamasına rağmen, sırf annesiyle aynı zor şartlarda yaşamamasının ıstırabını duyuyor. Aslında Zeynep kendi için güzel bir sayfa açıyor, ama annesinin bu sayfada onunla olmaması, ona annesini arkada bıraktığı hissini veriyor. Zeynep yanlış yapmadan suçluluk çekiyor.
kitaba verdiğim puan: 7/10
Alıntılar:
" Iki yaralı birbirine iyi gelir gibi geldi bana ama gözleriyle itti beni. Yaklaştırmadı." (sf. 235)
" Sizin en korktuğunuz şey küçük görülmek, horlanmak, ve reddedilmek." (sf. 268)
" Çok düşmüş kalkmış, ac süssüz, beş parasız gezmiş ama kendi çapında bir gururu var. Arkadaşları da kendi gibi." (sf. 288)
" Aynı ülkenin birbirine yabancı çocuklarıydık biz ama artık hiç de yabancı değiliz. Birbirimizi anladık ve birbirimizi sevdik." (sf. 288)
" Affetmek insani ozgurlestiir, zincirlerini kırar. " (sf. 343)
Comments